14 Temmuz 2012 Cumartesi

Entel köy Efe köye karşı

                           I.

Nereden bakarsak bakalım yönetmenimizin hanutçu ayaklarıyla halının desenlerindeki anlamı Bünyanlı Dokumacı Kız şivesiyle pazarlamasına karşılık düşen şey, çakma Kustarikalık özentisidir. Sabancı, ömrünce Kayseri Adana ya da Adana’daki Kayserili şivesini  değiştirmeden, esnaf ağzıyla manifaturacılığa devam etmedi mi? Filmin açılışındaki Laz Marksçılığın Ege versiyonu, ta ki o şarkıları söyleyen sarı gömlekli şarkıcı ile keçi sakallı kemancı, şikayetçi oldukları duruma uygun görüp kurdukları herhangi bir kavramı yardımsız tanımlayabilirlerse, Hacivat mı Karagöz mü olmaya bir türlü karar verememiş yönetmenimizin çektiği sevimsiz ve aşırı didaktik karikatüre he deyip gülüp geçeceğim; çünkü ben kendi yetiştirdiği arılardan elde ettiği balı, şehirlerarası yollarda tarla kenarına kurduğu derme çatma tezgahta, papyon gömlek satan köylüye de gülerim içim cız ederek.

Filmin genel hikayesi, şehir yaşamından bıkarak yeni bir yaşam kurmak için bir Ege köyüne yerleşen ekolojik aktivistlerin ve köylülerin başlarından geçen komik olayları anlatmaktadır. Komik olaylar ama eğer 13 yaşındaysanız... Yazan ve yöneten, auteur ve Çakma Kustarika Yüksel Aksu, tanışırken daha yanaklarını yanaklarına sürten yeni tanışın öpüşü gibi, gereksiz yere samimi bir şekilde ‘muhabbet’ olarak nitelediği mücerret filmiyle cevabını bildiğini sandığı soruları, mütevazi ayaklarıyla yüksek perdeden sorarken röportajlarda kendini solda konumlandırır; unutulmamalıdır ki niyet şiddet uygulamak olduğunda cerrahın bıçak vurmasıyla katilin bıçak vurması aynı şeydir.

Muhabbetin ‘mukaddime’ kısmında Hacivatçılık taslayan bir Karagöz, seyir halinde bir meddah gibi belirir perdede. “Oraya entel dantel gibi..böyle benim gibi, saçlı sakallı bir takım adamlar geldiler” der ve gölge oyunun gösterimlik kısmı tefsiz başlar. “Kimisi diyor bunlar entelmiş dantelmiş..kimisi diyor anarşiye karışmış..kimisi diyor alternatif yaşam kuracaklarmış, komün köyü kuracaklarmış.” Muhabbete tellallık eden Hacivat’ın sonraki kurduğu bu cümlelerden filme adını veren ‘Entel köy Efe köy’ karşıtlığı, filmin genelinde göreceğimiz üzere Kavuklu’ya anahtar veren Pişekâr ya da Karagöz’e anahtar verip nükte fırsatı tanıyan Hacivat gibi komik olacak. Filmin doğru düzgün bir kurgusunun bulunmaması, senaryosuzluğun hikayeyi tıkadığı noktalarda bağlamayı 'epizot'larla kurnazca kurtarmaya çalışması bir yana, Entelektüel’e ve Ege köylüleri nezdinde Türkiye köylülerine, konağının balkonunda konumlanıp yukarıdan yaptığı çıkarımlarla tam bir Hacivat Yüksel Aksu. “Entelmiş dantelmiş” cümlesindeki konumlandırmadaki alaycılık asla ve asla ‘anarşiye karışmak’, ‘alternatif bir yaşam kurmanın mümkünlüğüne inanıp bunu denemek’ ya da ‘komün bir köy kurmaya kalkışmak’taki ‘yasa koyuculukla’ karıştırılmamalıdır. “...İstanbul'un sıkıntısından, stresinden bıkmışlar, yani şehrin kaosundan bıkmışlar. Trafikten, hava kirliliğinden, insanın insana yabancılaşmasından bıkkınlık gelmiş.” onlar da şöyle bir Milas Bodrum'a uzanalım demişler değil mi? Casting sistemiyle bir araya getirilmiş güya kapitalizmin değerlerine karşı çıkan 'entel' grubunun beslendiği kaynak nedense AB hibe fonlarıdır.

Yönetmenimizin tiyatronun, özellikle geleneksel tiyatronun imkânlarından yararlanarak kamerayı fotokopi makinesi gibi kullanıp sade suya tirit çoğalttığı derinlikten yoksun entelektüelleri ellerinde poşetle sahilden pet şişe toplayan Atatürkçü Düşünce Derneği kadınları ayarında göstermek nasıl bir entelektüel nefrettir? Özalizmle başlayan süreçte, muktedirlerin sofralarına oturmayı değerlerinden dolayı reddeden entelektüelin aşındırılarak evrilip değersizleştirilmesi sonucunda ‘entel’ kavramıyla karşılaşırız. Bu kavram doksanların ikinci yarısına kadar etkisini sürdürür. Yönetmenimizin libido keşfine denk gelen bu süreçte kendisi de mürekkep yalarken kampın hangi tarafıyla empati kurmuş olabilir ki; o dönemin kavramlarını günümüze ikame ederek tarihsel gerçeği tahrifat etmektedir?  Gerçeği entelektüel bir arayıştan çok kurguya değer bir konu olarak benimsemek gerektiğinin yerleştiği düşünce ikliminde, gerçek yerine insanların pek çok gerçeği yansıtan farklı fikirleri benimsemeleri öğütlenir. Eğer gerçek,  algılayana göre öznel görünüşe ve yorumlamaya havale edilecekse o takdirde önemsenen şey olma halini yitirir. Kuşkusuz gerçek ve onun arayışı bir defa rekabet halindeki pek çok başkası arasından ikircikli bir iddia olarak ortaya çıktığında, toplumun kültürel hayatında oynadığı kilit rol son bulur. Yorumculuğa evrilen Entelektüel’in philistinleştirilmesiyle(1) köylünün köylülüğü üzerinde kurulan sermaye kapanını görmezden gelerek çekilen her film, kurulan her cümle Yağmacı Galya taktiğidir.

II.

“Tahminim anarko sendikalist bile olabilir bunlar”... O ne demek ben hiç anlamadım. Sen onu anlamazsın zaten canım. Thomas Moore'dan etkilenmişler. Jean Jacques Rousseau'dan etkilenmişler, son dönemki ütopyacılardan komple etkilenmişler.
- Onlar kim?
- Onları da tanımazsın sen
Oturunca anlatacağım biraz sonra...”  Mukaddimenin bu kısmı philistinleşmenin dibine vurmuş Hacivat’ın “yar bana bir eğlence aman bana bir eğlence” konuşmasının kılıklı zırvasıdır. Thomas Moore’dan, Jean Jacques Rousseau'dan etkilenmiş, üstüne üstlük anarko sendikalist olarak gösterilmeye çalışılan aktivistlerin, toplumsal ütopyasından, yoksul sınıfların ayrıcalıklı sınıflara ya da düşünen insanın varolan düzene karşı duyduğu hınçtan eser bile yoktur. Filmde bu hıncı aşarak kurulabilecek yeni toplum modeli üzerine geliştirilmiş herhangi bir zihin jimnastiğinin izine bile rastlanmaz. 
Filme tarihsel gerçeğin tahrifatı noktasında baktığımızda köyde kurulması düşünülen termik santral üzerinden yaratılan 'köylü-entel' cepheleşmesi sadece bol sinkaflı ortaoyun eğlenceliğidir. Aktivistlerin yöreye  yerleşmeleri aşamasında termik santral kurulması diye bir durum da yoktur zaten.  Thomas Moore'dan, Jean Jacques Rousseau'dan, son dönem ütopyacılardan etkilenen, üstüne üstlük anarko sendikalist olup da; “Nükleere hayır ya da termik santrale hayır” diyen herkes karşı oldukları şeyi ortaya çıkaran toplumsal güçlerin teorik bir analizini yapmadıkça, bu sloganların bir değeri olmadığının farkındadır. Ekolojik krizin sistemsel bir kriz olduğunu, filmimizde de yer yer altı çizildiği gibi ‘bilgi eksikliğinden’ ya da ‘duyarsızlıktan’ kaynaklanmadığını bilerek yaşam tarzını belirler. Thomas Moore'dan, Jean Jacques Rousseau'dan, son dönem ütopyacılardan etkilenen, üstüne üstlük anarko sendikalist olan hareket ortaya koyduğu sorunun aşılmasının daha kapsamlı bir çabayı gerektirdiğini fark ederek 'doğa üzerinde insanın, kadın üzerinde erkeğin ve toplum üzerinde devletin tahakkümünü, teknolojik, kurumsal, kültürel olarak tamamen ortadan kaldıran bütünüyle yeni, hiyerarşik olmayan bir toplumun yaratılmasını hedefler.Öyleyse  'insan için doğa' anlayışıyla gelişmiş ülkelerdeki insanların sağlığı ve refahı için korumacı-çevreci, 'sığ ekolojist' zümrenin 'Eko Köy Girişimciliği' tarihsel gerçekle asla örtüşmez.. Eko köy girişimcilerimizin komşusu oldukları Efeköy sakinlerine sundukları yeni hayat biçiminin Radikal bir toplumsal eleştiriyi yeniden canlandıracak toplumsal(devrimci)ekolojiyle uzaktan yakından ilgisi yoktur. 
Filmin bu kılıklamasındandan sonra, gerçek alanını geçtim harita üzerindeki 783.562 kilometre karede rastlanmayacak tipte gözü kaşı ayrı oynayan muhtarın 'ortamları farklı' Katerina’dan bozma Katrin’e “Ya sorması ayıp, bu dağ başındaki zeytinlikleri kıraç tarlaları ni yapceksiz? Ni gibi? Ni diye? Ni gibisine yani?” Tuluatçılığıyla muhabbetin muhavere kısmına geçeriz. Geçmemizle birlikte filmin auter’ü ya da muhabbet’in tellalının dimağındaki entelektüelin ve köylünün muhtevasını da büyük oranda anlamış oluruz. Tarım ve gıda rejiminden, neoliberal pratiklerden habersiz, köylülüğün tasfiyesi gibi temalara sağır, kır toplumunun bütünsel dönüşümünü ihmal eden, dönüşümü kapitalist toplumsal ilişkiler içerisinde asla sorunsallaştırmayan ve salt kırsal değişime vurgu yapan bir muhtevayla değişimin bir süreç olarak değil ortaya çıkan sonuçların kesitsel betimlemesi olarak ele alan, elinde kamerayla balkondan kır sosyologluğu yapan bir Hacivat. Yönetmenin kafasındaki entelektüel imaj çetrefillidir. En başta entel ve efe karşıtlığının işlettiği zihnimizdeki kavramsal hiyerarşiyi, bu defa zihnimizde var olan entelektüel kavramının adını bile anmadan 'entel' kavramıyla kendi içerisinde oluşturmuş olduğu ikili karşıtlığın örgüsüyle paranteze alır yönetmen. Biz de anlarız ki tüm İstanbul Sosyetesi ve Hülya Avşargiller entelektüel! İstanbul'un sıkıntısından, stresinden, şehrin kaosundan bıkan. Trafikten, hava kirliliğinden, insanın insana yabancılaşmasından bıkkınlık gelip Bodrum'a 'kaçan' herkes. 
Birinci epizottan sonra gölge oyununun fasıl kısmına geçilir. Katrin'in “Sizin gibi demokrat insanlarla aynı köyde yaşamak bizim için gerçekten bir şans muhtar bey.” cümlesi demokrat kelimesiyle verilen bir anahtardır. Durumdan komedi çıkarmak için Muhtar bunu kaçırmaz karagöz muhtar olmuştur. Bu sahneyle birlikte filmin trajik karakteri 'Aşırı' ile karşılaşırız. Öğrencilere yeterli porsiyonu vermeye özen gösteren Catering Endüstrisi gibi çalışan günümüz akademik kurumları gibi bir işleve sahip Dede Korkut’tur. Sosyalist duruşu ve bu duruşunun bedeli karşılığında ‘sapkın’ nitelemesiyle ‘aşırı’ olarak etiketlenmiştir. Aşırının kendi kişisel kimliği veya benlik algısını ancak başkalarıyla etkileşimi sayesinde oluşturan bir varlık olarak sunmasının yolunu baştan kapatmıştır yönetmenimiz. “Gerçeği gerçekle düzeltmek” der Bresson. Gerçeği düşle düzeltmek vardır, gerçeği hayalle düzeltmek de, ama yönetmenimizin yaptığı gibi gerçeği öteleyerek düzeltmek de varmış. Buna da 'Entel Köy Efe Köye karşı' diyormuşuz.  Fasıl kısmı bizleri Türkiye sinemasının gölge oyununu aşamadığını düşündüren bir sürü tip ve durumla karşılar. Film kadrosunun bütün kalabalığına rağmen sadece üç ana tip vardır. 1). Her şeyini paraya tahvil eden, gerekirse her şey olmaya hazır Ege köylüsü. 2).Avrupa Birliği fonlarıyla şekersiz reçel, doğal mum, salça, keçe, doğal deterjan, doğal şampuan, çimentosuz harç, sabun, şarap imal etme atelyeleriyle, kestane toplama, yenebilir ot toplarken yabanın keşfi, reiki ve meditasyonla harmanlanmış bir takvimle, kavramların başına ‘eko’ önekini koyarak ecnebileri makbuz karşılığı eşeğe bindirip kıl çadırlarda yatıran eko köy girişimciliğine evrilmiş entel. 3).Sıkışılınca akıl danışılan, çevresi tarafından etiketlenmiş eserikli “Aşırı”. Yaratılmış ikili karşıtlığın ortasına bir çizgi çekerek kendini konumlandırdığı noktaya kimi Hacivatlıkla kimi zaman Karagözlük yaparak muktedir olanların son sözü söylediği bir noktada siyahla beyazı gride buluşturma çabasının 'ben yaptım oldu'sunu izleriz bu bölümde. Biçimle ilgili yapacağımız okumalar bu yazıyı gereksiz uzatacağından fasıl kısmını geçerek birkaç cümleyle yazıyı bitirmekte fayda olacağını düşünüyorum.
Gölge oyununun, hokkabazlığın, çengi, köçek, curcunabazlığın, meddah ve kuklacılığın geleneksel bitiş kısmında yönetmenimiz bu sefer seyredenin zekâsını aşağılar. Sinemanın ilk dönemlerinde “şimdi adam karısının öldüğünü düşünüyor ama kadın ölmedi” gibi filmle ilgili cümleler kuran ‘açıklayıcılar’ vardı. Yalnız bu açıklayıcılar görsel imgeyi desteklemeyen sesli kodlardan yoksun sessiz filmler dönemindeydi. Filmin anlaşılması için gerekliydi belki de. Yönetmenimizin filmin sonunda bizi salak yerine koyarak “Şimdi bu filmin kıssadan hissesi, hoşgörü. Kimseye karşı önyargılı olmayacaksın. Yok entelmiş, yok dantelmiş, yok anarşitmiş, yok koministmiş yok bölücüymüş, yok ölücüymüş demiyeceksin. Herkesi eşit göreceksin. Herkese hoşgörüyle yaklaşacaksın. Mevlana ne demiş? Ne olursan ol, gene gel demiş.” diyerek bu defa Dede Korkut olarak kendisi çıkar karşımıza. Aman ne büyük bir mesaj. Pankart yapıp 1 Mayıs’ta taşıyalım. Sanırsın okyanus ötesinden vaaz kaseti dinliyorsun. Filmi çektiği dönemin genel ideolojisine bağlama çekmek amacıyla yaptığı konuşma, farenin kemirdiği yere üflemesidir. Komiklik 13 yaş üst sınırında olunca mı böyle açıklamaya gerek duydu yönetmenimiz bilinmez. Filmde haliyle Entelektüelin entel diye aşağılanması bir yana, entel diye seçmiş olduğu projeci sera tipi turizmci aktivistleri entelektüel diye bizlere yutturmaya çalışması bir tarafa fakat Selahattin Yusuf’un hem muktedirin bölge temsilcisini oynayıp hem de Entelektüel’in entel’e evrilmesi sürecinde yaşadığı değersizleştirme sonucunu alaycı bir tekerlemeyle “İki tane entele, dantale çapulcuya pabuç mu bırakacaksın?”  söylemleri yapması tam bir ironidir. Bakanı oynayan artistse ‘Özelleştirmeden Sorumlu’ Devlet Eski Bakanı Yüksel Yalova; filmin içeriği ile ilgili daha fazla cümle kurmaya gerek var mı bilmiyorum.
Sonuçta bir film bu ama modern dönemde geniş kitlelerin politikaya dahil olması, politikanın ilgilendiği konuların artmasını ve bunlara bağlı olarak politika yapma araçlarının çeşitlenmesini de beraberinde getirdi. Popüler kültürün önemli bir parçası olan sinema barındırdığı potansiyeller ile birlikte bu dönemde politika yapmanın yeni araçlarından biridir. Sinema ile geniş kitlelere fikir beyan etmek, izleyenlerin fikirlerini etkilemek mümkündür. Üstelik bu etki zordan ziyade rızaya dayalıdır. Sinemanın sunduğu avantaj anlatılmak istenenin transparan bir örtünün ardına gizlenerek yansıtılması suretiyle, izleyicinin bilinçli-önyargılı bir biçimde mesaja kapalı olması gibi engelleri aşabilme olanağı sağlar. Böylece bir filmde bazen hiçbir şey söylemeden çok şey anlatmak mümkündür. İra filmleri İra’dan daha siyasaldır. Filmdeki barut fıçısı patlayıcıdan daha tehlikelidir.

1). Oxford dictionary: Philistin; açık bir kültürden mahrum; ilgileri maddi ve sıradan olan kişi.