I
Cumhuriyet devriminin başından beri yana
Türkiye’nin yönetiminde daima ‘sağ düşünce’ hakim oldu. Sadece yönetim ne
kelime, halkın başıbozuk hayatında da sağ düşünce egemendir. Hâkimiyetin
kayıtsız şartsız ‘ulus’a aidiyeti biçiminde formüle edilen ‘laik parlamenter
cumhuriyet’ rejiminde hâkimiyet hakkı ‘ulus’ adına daima sağ düşünce tarafından
temsil edilmiştir. Sağ’ın kendine kotardığı bu sürekli ayrıcalığına rağmen, sağ
yönetimin ne Türkiye’nin toprağına ne de toprağın üzerinde yaşayan insanına bir
hayrı olmadı. Amma, tüm başarısızlığına rağmen de sağ düşünce, kendi hatasının
faturasını devletin ülkesinde yaşayan camili mescitli kahreden ortalama
çoğunluğun ve etrafına bakındığında gördüğü top yekûn sefalet dolayısıyla “bu
ne hal” demeyi akıl edebilen kesimlere yüklemekten de geri kalmadı.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında liberalist eğilimi ile
toprak ağası-asker, sivil bürokratlar ittifakına devlet eliyle dünya ekonomik
buhranının zorladığı müdahalecilik ve korumacılığın, ikinci dünya savaşı sırasında
en koyu uygulama örneğini ortaya koyan devletçilik döneminde de bir kısım küçük
mutlu azınlığa, karaborsa ve vurgunculuk yollarının önündeki engelleri
kaldırarak sermaye birikim fırsatıyla, hak ve imtiyazını sağ iktidar
bahşeyledi. Tek parti sağcılığına karşı tutarlı bir alternatif oluşturacağı
umuduyla kendine bel bağlanan çok partili dönemde ilk icraatlarının üzerine
oturtulduğu liberalizmin, ‘ulus’ adına hâkimiyeti vekâleten kullanan iktidarı
da sağ iktidar ve sağ düşünce kadrosudur.
Liberalizmin
sıfırı tüketip dövizde krize girişini takiben 50’li yılların ikinci yarısındaki
uygulamaya konulan ‘tahsis rejimi’nde de hâkimiyet sağın eline teslim
edilmiştir. İktidarda olsun, halkın başıbozuk serazat hayatında olsun, daima
sağın borusu ötmekte ve öttürülmektedir Türkiye’de. Boruyu tutan ellerde
meydana gelen titremelerin mayalandırdığı 27 Mayısta alt yapısı projelendirilen
‘ithal ikameciliği’ni yürütürken de ülkedeki hakim düşünce sağ renkli ve sağ
kokuludur.
12
Mart ara rejimi, 27 Mayıs ithal ikameciliğin içindeki yerli üretim oranını
biraz daha artırma çabasını sarf ederken de sağcı, hürriyetlerin üzerini
demokrasi adına şal ile örtmeye hazır Şalcı Erim’in himmet ve delaletiyle afyon
ekim sahasını daraltırken de sağcıdır. Söylev ve demeçlerinde M. Kemal’in
evrensel özgürlük düşüncesinin kaynağı olarak gösterdiği Fransız İhtilali,
aralarında burjuvazinin de yer aldığı halk kitlesini papazlar ve derebeyleriyle
eşit haklar çizgisine getirdi, getirdi de devrimin hemen akabinde oluşan bir
‘jakoben’ zihniyet, halkın karşısına bir halk düşmanı kavram ve olgusunu
oturttu. Yani ‘egemenlik halkınsa, iktidar da halk adına konuşanındır’.
Dolayısıyla jakoben iktidar, halk gibi, daha doğrusu, kendisi gibi düşünüp
konuşmayanın karşısındadır. Türkiye’nin 24 anayasasında bu jakoben üslup
egemendir. Russo’dan ilham alınarak kuvvetler birliği prensibini yeşerttiği
‘aferist çevre’ yönetimin koruma ve teşviklerinden yararlanarak, inşaat
demirlerinden kestiği parçaları çivi diye Avrupa’nın üç katı fiyatından satarak
kazıkladığı halkı, halk egemenliği adına, kendisi ile kazıkladığı halk
arasındaki eşitlik ilkesi adına kazıklarken sağcıdır. II. Dünya savaşı
yıllarında karneye bağlanan ‘üç beyaz’ın yanında çok sayıda tüketim maddesi
üzerindeki kıtlık yaygın ve yoğun bir hal almış iken, ölen başbakan Refik
Saydam’ın evinden kamyonlar dolusu stoklanmış un, şeker, yağ çıkmışsa bunlar da
jakoben ideoloji tarafından halk adına stoklandığı için çıkmıştır. Bu sağcı
jakoben ideoloji halkı kurulu düzen içerisinde düşünmeye, konuşmaya, davranmaya
çağırırken sağcıdır. Fransa da giyotin, Anadolu’da istiklal mahkemeleri
himayesinde.
Kendi
kendine yeterli olmayı hedeflemekten ziyade, toplumun, gelir seviyesi yüksekçe
kesiminin lükse kayan talebini karşılamak için önceleri düşünülüp kurulan ithal
ikameciliğinin, çok uluslu emperyalist şirketlerle birlikte sağ düşünceye sahip
yerli şirketlerin işbirliğini takiben gelir seviyesi düşük kesimlerin
tüketiciliğe şartlanmasının hukuki altyapısının temeli, sağ felsefe tarafından
atıldı. Bütün bunların sonunda sağ düşünce ve uygulama, 1920’lerde dinlerin ‘işlerini
bitirmiş, ömürlerini tüketmiş ve yeniden hayatiyet bulamayan birer müessese’
oldukları inancıyla eline aldığı Türkiye’yi, 1980’e gelindiğinde elektriğini
Rusya ve Bulgaristan’dan satın alan ve tüm ihracat geliriyle de sadece petrol
ithalatını bile karşılayamayacak bir konuma getirip oturttu. 1930’ların ‘Allah’ın
insan düşüncesinin yarattığı politik bir kavram olduğunu ileriye sürüp
kabullenen’ sağcılığı, 1980’lerin sonlarına doğru Doğu ve Güney Doğu
Anadolu’nun gürültülü patırtılı bölgesinde Allah’a itaat ve Allah yolunda
Devlet adına savaş bildirileri dağıtarak yıkılmaktan ve bölünmekten kurtarmaya
çalıştığı Demokratik Laik Sağ Cumhuriyet’in temellerini kuvvetlendirmek isteyen
de sağcılığıdır.
II.
Dünya savaşından sonra sermaye çok uluslu bir kimliğe bürünmeye başladığında, her
ülkenin kendine has coğrafyasından ve toplumunun yapısından oluşma özellikleri
dolayısıyla değişik zamanlarda ve farklı biçimlerde kendini gösteren sermaye
krizleri, bu yeni kimliği dolayısıyla eskiye oranla oldukça farklı çözüm
metotlarını da beraberinde getirdi. Sermayenin saldırısı olarak da
nitelendirilmesi mümkün olan bu çözüm safhasında, uygulamalarındaki
katılıklarla, bağımsızlık yanlısı düşünce ve hareketlerin yer yer tasfiyesine
girişildi. Emeğiyle geçinenlerin gelirlerine el koyabilmek için toplumsal
düzenin bağımsızlık yanlısı düşünce ve eylemlerinden arındırılması gerekiyordu.
Namazlı niyazlı ortalama halkı 1950 öncesinin ‘Tanrı uludur’lu baskısından
kendini gerçekten kurtardığı inancıyla benimsediği Bayar Menderes çizgisine
adeta bir peygamber ipine yapışıyormuşçasına yapıştı. ‘Alla hu Ekber’le kamufle
edilen çizgi yönünün bağımlılığı doğru programlanmış, daha doğrusu
programlandırılmış olduğunu kısmen heyecanından kısmen de dili dönmediği için
demokrat’ı demir kırat yapan cehaletinden ötürü depolitize edilmişliğinden fark
edemedi. Bayar’ın DP amblemli asasında Hz. Musa’nın mucizevî asasını tahayyül
etme cehaletine akort edilen ortalama halk için bundan sonra bağımlılık ilahi
bir kader hükmünü aldı. 27 Mayıs ortalama halka sadece, Bayar Menderes
çizgisinin ‘Allahu Ekber’le gizlenmiş yapay vesayetinden kurtulabilme kapısını
araladı. Özü yerine ezanın sesi üzerinde yapılan değişiklikle, yani Tanrı
uludur’u Allahu Ekber’le muhafazası sonucu bağımlılığa şartlanan mütedeyyin
ortalama halkın, Amerika’yla birlikte uluslar arası sermaye, emeğiyle
geçinenlerin gelirlerine el koyabilmek için dünya genelinde uyguladığı saldırı
metotlarını Türkiye bağlamında bu sefer din ile destekleyerek yaptı. Uyak
zorlamalarında istekte bulunulan uydurma ilahilerle, manevi yaralarını sardılar
halkın. Hayatı saniyeler farkıyla kaçırdığımız anlarda her gün bir dakika ileri
atan ezanlar saatlerini kime göre ayarlıyor sanıyorsunuz.
12
Eylül’den bugüne dek hâkimiyet yine sağ düşüncenin tekelindedir. Günlük kur
ayarlamalarıyla desteklenen muz’dan Norveç uskumrusuna kadar genişleyen
sınırsız bir serbestîye sahip özgürleştirmenin teklifçisi de, onaylayıcısı da,
uygulayıcısı da hep sağ düşünce tarafından hep birlikte el ele
taçlandırılmıştır. Bankerlerin ve bankaların borçlarının kapatılması yükünü
ilave vergi, resim veya harç ile, başı ağrıdığında aspirinden başka ilaca
müracaat edemeyecek denli geniş ve yaygın fukaraların sırtına yükleyen de, Ceza
kanunun taslaklarında ırza tasallutun cezasının indirilmiş olduğunu görenleri
ve ortalıkta olan biten bunca ekonomik politik ve sosyal ahlaksızlıkları
gördüklerinde “bu ne hal” diyerek, sağ iktidara, sağ düşünceye ve sağ kadrolara
karşı insan onuruna yakışır bir alternatif bulma çabasına girişenleri,
müebbet’e kadar ömrü-billah hapse atmaya niyetlenen de sağ’dır..
II.
Türkiye’de
sağ kesimin tabanı, Batı Dünyası’na gâvur âlemi der. Zirvesi ise tabanın aksine
sermaye birikim modeli ile zevk ve estetikte gavur alemi ile bütünleşir.
Yurttaşları afilli türbanlarla, imam hatiplerle, din, ezan, bayrak vatan,
milliyetçilik nutuklarıyla kandırırlarken kendilerini varsıl kılarlar.
Kadınlarının başları modacı olduğu için homo, homo olduğu için modacı olmuş enternasyonal
markaların her gün değişen desenli modelleriyle kapalıdır. İmam hatip derler
ama kendi çocukları Amerikalarda okur. İlmihalleri, varaklı çerçeveden tuğralı
duvarın hemen yanındaki ciltli kitapların olduğu rafın başköşelerinde faizi
haram kılar ama çocukları dünya bankalarında, İMF’ lerde çalışırlar, cipleri,
villaları, fabrikaları, şirketleri, milyon dolarları vardır fakat sorduğunda
mülkün asıl sahibi Allah’tır. Politikadaki kitle particiliğinin zaruri bir
neticesidir bu; tabanla-tavan çelişkisi. Bu çelişki, kendine göre bir ‘büyük
yazar’ tipi de üretmiştir. Bu büyük yazarı sağ kesimin tabanı tutar, tavanı ise
besler. Büyük yazar, sağ kesimin tabanı ile zirvesi arasındaki bu çelişkiyi
maskelemek için köprü görevi üstlenir. Dolayısıyla büyük yazar işbirlikçidir, danışıklı
dövüşçüdür, işi idare edicidir, daha doğrusu ‘münafıktır’. Mesela büyük yazar
‘Ayasofya Meselesini’ iyi bilmelidir. Zaman zaman Ayasofya üzerine şahane, iç
gıcıklayıcı, gönül hoplatıcı ve okuyana “helal olsun” dedirtici yazılar yazar,
yazmalıdır. Mehter’i göklere çıkartır. Büyük yazarın baş düşmanı ‘yahudidir’
komünistlerin Allah belalarını vermelidir. Zaman zaman çaktırmadan kapitalizme
de ‘kahrolsun’ çeker. Sular mı akmıyor, elektrikler mi sık sık kesiliyor? İşin
içerisinde ya Siyonist parmağı ya da Komünist parmağı girmiştir. Anneler günü
kör bir batı taklitçiliğidir ve opera ile bale için yapılan masraflar düpedüz
israftır, falan filan gibi. Türkiye’de sağ kesimin tabanına hitabeden
gazeteleri yine o sağ kesimin tavanı çıkartır. Tabanda emek tavanda ise sermaye
vardır. Amma bir yandan Türkiye’deki sermaye birikiminde de baştan sona
üçkâğıtçılık mevcuttur.
Kardeşim
Aydın’a şapka çıkararak teknik tabirle konuşmak gerekirse; sermaye birikimi
artık değerle olur. Çoğu kez yüzde elliyi bile aşar. Bu sermaye birikimini
biraz kabaca fakat anlaşılabilirce tarif edelim. Fahişe bedenini satıyor,
ücretini ise aradaki komisyoncu alıyor. Halk ağzıyla bu komisyoncuya ‘pezevenk’
deniliyor. Komisyoncu üç tane beş tane sermaye çalıştırır. Toplam birikimin,
hâsılatın yarısını işçilerine verir. Diğer yarısına ise kendisi sahiplenir.
Kapitalizmin sermaye birikimi de tıpkı bu örnekte görüldüğü gibi pezevenkçedir.
Türkiye’nin bu kendine özgü konum ve nizamlarından bugüne kadar insanlarımızın!
Bir kısmı kantara vurulmaz, hesaba kitaba getirilemez ve rakamların diline
sığdırılamaz irilikte ve büyüklükte rant kazançları elde etmiştir.
Kamu
iktisadi teşebbüslerin tahsisli satışları büyük rant gelirleri sağlamıştır
tahsis sahiplerine. Demir, çelik, çimento, kâğıt, gübre vs. gibi ara mallarını
cari piyasa fiyatının altında bir fiyatla satın alan ayrıcalık sahipleri,
bunları geçerli fiyatların üzerinde gerçek ihtiyaç sahiplerine tek kalemde
devredince muazzam rantların üzerine oturuvermiştir. Rant gelirleri özü
itibariyle risksizdir ve emeksizdir. Ve bu bakımdan haksız bir kazançtır. Fakat
sağ olagelmiş idari mekanizmanın emir ve direktifleri doğrultusunda kanuna
uygun oluştuklarından meşru kazanç sayılmaktadır. Kerhane patronlarının
başkalarının sırtından emeksiz ve risksiz temin ettikleri kendi sektörlerine
has gelirleri de özleri itibariyle haksız kazançlar olmakla birlikte idari
mekanizmanın emir ve direktifleri doğrultusunda kanunlara uygun biçimde
oluştuklarından meşru sayılırlar. Gözlenen odur ki kerhane patronlarıyla rant
ekonomisinin tahsis sahipleri arasında kazançların meşruiyetleri bakımından
fark yoktur. Sadece rantların oluşum kaynakları değişiktir. Kimisinin fuhuştan
kimisinin kağıt tahsisinden ve kiminin de kur ayarlamalarındandır. Rant
ekonomisinde rant gelirlerinin paydaşları ile kişileri rant gelirinde paydaş
kılan hep sağcı olagelmiş idari karar mercilerinde bulunanlar arasında bir
çıkar ilişkisinin bulunmuş olması doğaldır. Kâğıt tevzi edenler ile bu
tevziyattan tahsis kapacak olanların aynı pota içerisinde erimiş ve eritilmiş
olması da doğaldır. Genelev patronlarına vergi rekortmenliği kazandıran
başıbozuk hayatında sağ düşünce egemen olan işte bu yüzde 98’i Müslüman halk,
ödülü veren idari mekanizma, vergilendirilmiş kazancı kutsal kılan da idari
mekanizmayı düzenleyen sağcı zihniyet.
Büyük
yazar kendini besleyen tavanın arzusu doğrultusunda sermaye birikimindeki
çirkefliklere nedense kalemini bulaştırmaz. Kendini büyük kabul eden, büyük
sayıp alkışlayan tabanı hoşnut etmek içinse ha bire Ayasofya’ya yüklenir. Şanlı
tarihin büyük kahramanlıklarından ‘sahifeler’ çevirir. Hamasi edebiyatın bir
numaralı Pir’i kesilir Tavan ile taban arasında denge kurar. Dengeyi bozduğu an
hain damgası yer. Ayağının altındaki toprak zemin kayar, balon patlar, efsane
yıkılır ve büyük yazar ihanetin enkazı altında ezilip kalır. Büyük yazar
fukaralığın sebebini, insanlar arasında Allah korkusunun kalmayışında görür.
İnsanlarda Allah korkusu kaybolmuş ve din cevheri insanların yüreğindeki
varlığını koruyabilmiş olsaydı; binalardaki zinalar böylesine yol ortalarına
kadar yayılmazdı. Baksanıza şu dünyanın manzarasına. Başımıza taş yağmadığına
şükür. Üçlerin, Yedilerin, Kırkların yüzleri suyu hürmetine yaşıyoruz. Büyük
yazara göre Allah korkusunun insanların yüreklerinden kayboluşunun belirtisi
otobüslerde gençlerin ihtiyarlara yer vermeyip koltuklarda fütursuzca
oturuşuyla kendini gösterir. Fakat “emek-sermaye” ilişkilerine sıra geldi mi
Allah korkusunun burada yeri yoktur. İşveren, Allah korkusundan muaftır. Babı
Ali’lerinde Ana avrat ilişkilerini bozguna uğratmaya çalışırken, diğer yandan
içki satmanın günahını öğrettikleri ortalama Müslümanları Pentagon’un
istikametinde secde etmeye davet ederler. Hocalar, hoca efendiler, hürriyet
içinde esarete mahkûm olan ülkelerin olduklarını rahatlıkla anlatsınlar
bakalım. İç sayfalarında kabir ziyaretinin adabından bahsederlerken dış
sayfalarında ve manşetlerinde zamanında Fransa’nın Lübnan’da günümüzde
Amerika’nın Irak’taki kayıplarına açık açık şehit demedikleri kalmıyor mu?
Emperyalist ‘merkez insanın’ konfor ve zenginliği, mutluluk ve rahatı Türkiye
gibi ‘çevre insanın’ köleliğinin üzerine oturtulmuştur aslında. Bu gerçeği
bilmeyen, bilip de dile getirmeyen hoca efendiler; memleketin kefen soyucuları,
az gelişmiş denilen, hürriyet içinde köle hayatı yaşatılan, ruh kuşunun vicdan
bağından da çözülmüş ‘şanslı’ kişilerin vasat halka “yersen”li dayatmalarına
oturtulmuşluğunu pekiyi bilir. Başka yiyecek namesi bulunmayan vasat halk da
dayatılanı metazori yer. Bu yeme ve yedirme bir kez de tüketimdeki sidik
yarışının “onun var benim neden olmasın”lı fasit dairesine yakasını kaptırmaya
görsün, toplum bütün iktisadi kaynaklarıyla ölmüştür artık. Hoca efendiler ve
büyük yazarlar ve hem hoca efendi hem büyük yazar olanlar bu çürümeyi, bu
ölümü, bu belayı neden objektif gerçekler olarak kendi “cemaat”lerine aktarıp
bildirmesinler. Keza ezanı bayrağı hür ama iktisadi kaynakları ipotek altında
bulunan ülkelerdeki çözülme “Mal canın yongası” hırsıyla orta tabakayı tüketim
yarışının rekabetçisi haline getirdi. Bu yarışmanın “keyfin bilir”ci sağ
dayatmacıların tertip ettikleri bir özel amaç olduğu neden bilinmesin.
Sağ
kesimin tavanında da, tabanında da görüldüğü gibi çeşitli meşrep, mezhep ve
ekol havaları esmektedir. Bu havalar, hem tavanı hem tabanı heterojen kılar.
Camide namaz kılarken saf tutunca eşitsindir de camiden çıkınca eşitlik bozulur
mesela. İftar sofralarında da yemeğin çeşidinde. Amma iş sermaye emek
ilişkilerine, sermaye birikiminin pezevenksel merkezileşme metoduna ve usulüne
gizli-açık bir tehdidine dönüştü mü, sağ kesimin tavanı hemen kendi arasında
peşi sıra birleşir. Operacılar ile Ayasofyacılar birbirleriyle kucaklaşarak
emeğin hak istemine karşı çelikten bir koruyucu duvar örerler. Bu durum
sermayenin doğasında vardır. İşte sermayenin bu doğal tabiatı, büyük yazara,
kendisine ihanet imkân ve fırsatı vermez. Bu fırsatı bulamadığı, cesareti de
kendinde göremediği için büyük yazar, işçi meseleleriyle, ücretlerdeki
adaletsizliklerle uğraşmaya yanaşmaz. Bu sebepledir ki toplumdaki sosyal adaletsizlikler
güya sol’un tekeline terk edilmiştir. Aşırı olsun ılımlı olsun işçinin
dertlerini sol sahiplenmiştir. Emr-i bil maruf’a aykırı da gelse, Nehyi anil
münkerin ihlali de olsa, büyük yazar vazifesi gereği, sağ kesimin tabanını
mehter marşıyla Ayasofya’nın gölgesinde uyutur.